20 Eylül 2015 Pazar

2088-SUBAŞI BEKİR OLAYI-1623.



 

         TC.MAN TÜRKOĞUZ
OS    TV. Çeşmealtı,19 Eylül 2015.

ESKİDEN HAİNLER VE DÖNEKLER ÖLDÜÜRÜLÜRDÜ?!ŞİMDİLERDE MAKAMLAR VE PAYELERLE DONATILARAK BAŞTACI EDİLMEKTEDİR?!

HAİN BEKİR SUBAŞI OLAYI:1623 BAĞDAT.1623.

Bu yazımı; Döneklerden İhsan Özkes, Tuğrul Türkeş, Fırıldak KUBİLAY ve kişisel çıkarlarını NAMUS  VE ŞEREFİNDEN  üstün tutanlara  adadım?!Bunlara,Hainlerin Piri Bekir Subaşı  ya da ARTİN KEMAL madalyası verilmesini de önermekteyim:Tüm Hainlerimize de duyurulur?!

Çinli general sun-T-ZU’DAN sonra en önemli Strateji eserini yazmış olan Prusyalı Tümgeneral Carl Von Clausewitz/1 07 1790-16 11 1831/,Savaş ve Barışı çok mükemmel tanımlamıştı:”SAVAŞ,POLİTAKANIN BAŞKA ARAÇLARLA YAPILMASIDIR!?”Demişti,Ünlü CANNES/KAN//SAVAŞ ÜZERİNE/adlı eserinde.Bu iki sosyal olayda en kötü Kahraman, HAİNLERDİR.Hainler hep öldürülmüşlerdir.

ORHON Anıtlarında,ordunun içindeki hainin öldürüldüğü de anlatılmaktadır?!

1805 senesinde,tüm askerler ve Müslüman ahali bayram namazındayken,bir Osmanlı binbaşısı 10.000 altın rüşvet alarak Belgrat’ın kapılarını Sırplara açmıştı?!Sonunda da o Hain binbaşı ile camilerdekilerin tümü de öldürülmüştü:Peki,bu Hain Arap asılı Bekir Subaşı da nasıl cezalandırılmıştır?!
 

Marcus Tullius Çicero’ya göre Hain kimdir

 
          “Romalı avukat, yönetici, yazar ve düşünür Marcus Tullius CİCERO.Her sözü her devirde geçerli bir  anlam ifade etmektedir:Örnek versek,yerimiz izin vermez:”Ne kadar çok kanun,o kadar az adalet!?”,Yarınlar,yorgun ve bezgin kimselere değil,rahatını terkeden gayretli insanlara aittir!?”,”Kendi doğumundan öncesini bilmeyen daima bebek kalır?!”

          “'Herkes hata yapabilir, fakat ahmaklar hatalarına bağlı kalırlar' ve 'İnsan, mutluluğun en büyüğüne, ancak öteki insanlara iyilik yapmakla kavuşabilir' gibi özlü sözlerin de sahibi olan Marcus Tullius Cicero, kendi yaşadığı yıllarda olduğu gibi özellikle son yüz yıldan bu yana ve günümüzdeki bazı eylemlere de uyarlayabileceğimiz 'hain tanımı' ile de unutulmaz düşünürlerden biridir.”

          “Ona göre, pek çok içeriği bulunan hainin siyasi hayattaki varlığı yönünden tanımı şudur:

Bir ulus kendi içindeki aptal ve hatta muhteris olanlarla baş edebilir. Fakat içerisindeki satılmış ve hainlerle yaşayabilmesi olanaksızdır. Sınırları zorlayan düşman silah ve âlemlerini (işaretlerini-bayraklarını) açıkta taşıdığı için daha az tehlikelidir. Fakat bir hain, hain gibi görünmez; kurbanları ile aynı aksanda konuşur, onların çehresine bürünür ve onların tartışmalarını kullanarak ulusun politik yapısına nüfuz eder, bütün kapılardan serbestçe geçer, sesi en üst düzey hükümet koridorlarında duyulur, ulusun ruhunu çürütür, politik yapıya her türlü hastalık bulaştırarak ulusun yaşam gücünü elinden alır. Bir katil daha az korkutucudur?!”

    Şimdi  de Hainlerimizin Pirlerinden Bekir Subaşı olayını   Okuyalım:
“1- Bağdad Meselesi: ALINTIDIR:
Şah Abbas, ceddi Şah İsmail (1501-1524) ve Şah Tahmasb’ın (1524-1576) davalarını çok iyi temsil ediyordu. Şiî akidesini benimsemiş, hâkimiyetini Azerbaycan, Gürcistan’dan sonra güneye Bağdad, Musul, Basra gibi büyük vilayetlere doğru genişletmek arzusundaydı. Uzun süren saltanatı, O’na tecrübeyle birlikte, siyasi fırsatçılığı da kazandırmıştı.
Osmanlı Devletinde Genç Osman faciasının (1622) bir neticesi olarak, İstanbul’da sık, sık askerî ayaklanmalar cereyan ederken, devletin uzak vilayetlerinde de bir takım karışıklıklar olmaktaydı. Erzurum’da Genç Osman’ın kanını dava eden Abaza Mehmed Paşanın isyan hareketi devam ederken, Bağdad’da mülkî ve askerî zümreler arasında doğan itilâf büyümüştür. Nâimanın tahtgâhı-hulefây-ı kirâm ve burc-ı evliyâ-i izâm olarak tavsîf ettiği Bağdad’da o sırada Yusuf Paşa adında bir vezir valilik yapıyordu. Sayıları on iki bin olan yerli kullar ile kale azaplarından oluşan askere de Bekir Subaşı kumandanlık etmekteydi.
Bağdad Beylerbeyisi Yusuf Paşa, Bekir Subaşı yanında, iç kaleye çekilmiş, her işten elini çekmiş, yönetimi adeta Bekir Subaşıya bırakmış, kendisi O’nun yanında bir gölge gibi kalmıştır. Bekir Subaşı askerî işleri eline almış, kendi adamlarını çorbacı ve gedikçi yapmıştır. Bekir Subaşının nüfuzu, Yusuf Paşa ile arasının açılmasına sebep olmuştur. 1534 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın fethinden itibaren 1623 yılına kadar seksen dokuz yıldır Osmanlı hâkimiyetinde olan Bağdad, Iran ve Basra üzerinde kontrolü sağlayan Irak bölgesinin en önemli merkezi idi. Ayrıca yüzyıllarca Abbasî halifeliğine başkentlik yapmış büyük bir şehirdi. Böyle bir merkezin Osmanlılar’da bulunması büyük bir kıymet ifade ederken, 1600 yıllarının başından itibaren bir taraftan Safevîlerin Osmanlı şehirlerini işgal etmeleri, bir taraftan Celâli isyanları ile devlet otoritesinin zaafa uğramış olması, Bağdad’da bulunan Osmanlı valisinin ve subaşısının arasının açılmasına olumsuz yönde etki yapmıştır, diyebiliriz.
Bir gün Bekir Subaşı (askerî komutan) asi bir aşiret üzerine Bağdad’dan çıkınca, Yusuf Paşa bunu fırsat bilerek Mehmed Kanber Ağa adlı azaplar yüzbaşısını elde ederek, Bekir Subaşının ailesini imha ettirip, Bekir Subaşıya karşı şehre sokmamak için tertibat alır. Bekir Subaşı bu durumu oğlu Derviş Mehmed Ağadan haber alır. Bekir Subaşı emrindeki asker ile Mehmed Kanber Ağayı mağlup ederek iç kaleye çekilmek zorunda bırakır. Askerin çoğu Bekir Subaşının emrinde ve yanında olduğu için Yusuf Paşa ve Mehmed Kanber Yüzbaşı iç kalede savunmada kalırlar. Yusuf Paşa iç kalede mazgaldan hareketi idare ederken aldığı kaza kurşunuyla ölür. Bekir Subaşı, Kanber Ağayı iki oğlu ile yakalatıp, Dicle üstünde bir kayığa bindirtip üzerlerine neft döktürüp bunları yaktırarak idam eder. Bağdad’daki bütün muhalifleri kılıçtan geçiren Bekir Subaşı, uydurma bir fermanla Bağdad valiliğinin kendisine verildiğini ilan etmiştir.
Bekir Subaşı, İstanbul’a gönderdiği ariza ile Bağdad Beylerbeyiliği’nin kendisine verilmesini istemiştir(1623). Fakat O’nun bu isteği kabul edilmeyerek, Bağdad Beylerbeyiliği’ne Diyarbakır eski valisi Süleyman Paşa tayin edilir. Süleyman Paşanın vilayet idaresini teslim almak için gönderdiği “mütesellim ve paşa” şehre sokulmaz. Bunun üzerine Diyarbakır Valisi Hafız Ahmed Paşa Bağdadı Bekir Subaşıdan almak üzere Serasker olarak görevlendirilir. Hafız Ahmed Paşa önemli bir kuvvetle gelerek bağdadı kuşatmıştır. Durumun tehlikeye girdiğini, valiliğin de suya düştüğünü gören Bekir Subaşı, Şah Abbasa haber gönderip, Safevîlere tabi olmak istediğini ve şehri teslim edeceğini bildirmiştir. Bu haberi büyük bir memnuniyet içerisinde karşılayan Şah Abbas, iştahı kabararak otuz bin kişilik bir kuvvetle yola çıkmıştır. Bu vesile ile Irak kıtasını ülkesine katmak, Şiîliğin Makâmât-ı mubarekesi olan Necefle Kerbelâyı Sünnîlerden kurtaracağı için Bekir Subaşının teklifini kabul edip, kendisine on iki dilimli bir Şiî tacıyla, bir valilik menşûru vermek üzere Hemedan valisi Safi Kulu Hanı üç yüz kişilik bir heyetle Bağdadın anahtarlarının teslim alınması için önden göndermiştir.
Safi Kulu Hanın Bağdada geldiğini gören Osmanlı Seraskeri Hafız Ahmed Paşa, Bekir Subaşıya Rakkanın beylerbeyiliğini teklif etmişse de kabul ettirememiştir. Bekir Subaşı, Iran elçilerini kabul edip, Bağdadın Safevîlere katılmış olduğunu ilan edince, Hafız Ahmed Paşa, Bağdad Beylerbeyiliği menşûrunu Bekir Subaşıya göndermiştir. Bu durum karşısında “Bekir Paşa” olarak Bağdad Beylerbeyisi olan subaşı, Safevî elçilerine teşekkür ederek Padişahım günahımı afv ile Bağdad eyaletini bize verdi. Varın gidin Şahınıza bildirin, öyle ki Bağdad üzerine asker göndere, vermek ihtimalim yokdur, sonra nadim olur deyip, Şahın gönderdiği tacı önlerinde tekmelemiştir. Hatta karşı çıkan İranlıları öldürüp kale bendine cesetlerini astırmıştır (1623).
Bundan sonra Karçakay Hanla diğer bir kısım Safevî ümerası Iran öncü kuvvetleri olarak gelip, Bağdadı kuşatma altına almışlardır. Bekir Paşa itimatsızlığı sebebiyle, beylerbeyi olduktan sonra Hafız Ahmed Paşanın Diyarbakır’a çekilmesini istemişti. Şah Abbas otuz bin kişilik büyük bir kuvvetle üç ay bağdadı kuşatmış, Bekir Paşa, binbir güçlük ve kıtlık içerisinde Bağdadı savunmuştur. Bekir Paşanın emrindeki asker ve subaylar Bağdad’dan firar etmeye başlamışlar. Kaçan subayları elde eden Şah Abbas, bunlarla Bekir Paşanın oğlu ve iç kale kumandanı Derviş Mehmed’e haber gönderip, kapıyı Safevi kuvvetlerine açarsa Bağdad valiliğinin kendisine verileceğini bildirmişti. Babasına ihanet etmekte tereddüt göstermeyen Derviş Mehmed bir gece Şahın askerlerini şehre aldı. Başta Bekir Paşa olmak üzere Sünnî halktan birçoğu büyük işkencelerle öldürülmüştür. Şah Abbas, Derviş Mehmedi Babasına bu denli ihanet eden adamın bana ne hayrı olacak diyerek önce Horasana sürmüş sonra da öldürtmüştür. Böylece ihanetinin cezasını hayatıyla ödemiştir. Şah Abbas, Bağdad valiliğine Safi Kulu Hanı tayin etmiş, Karçakay Hanı da Musul ve Kerkük havalisini işgale göndermiştir. Musul ve Kerkük kısa zamanda Iran kuvvetlerinin eline geçmişse de, Küçük Ahmed isminde bir sipahi Musul ve Kerkükü geri ele geçirerek Osmanlı hâkimiyetine dâhil etmiştir.
Diyarbakır, Safevi kuvvetlerinin gelme ihtimaline karşı tahkim edildi. Ancak Safevî istilâsı Mardin civarına kadar gelebildi. Basra dâhil bütün Irak, Safevi nüfuzu altına girmiş oldu. Osmanlı Devleti Anadoluda devam etmekte olan Abaza Mehmed Paşa isyanından dolayı buraya zamanında gereken müdahaleyi yapamamış ve zararlı çıkmıştı.
Şah Abbasın Bekir Paşayı bir kayığa koyup, üzerine neft döktürüp, Dicle nehri üzerinde yaktırmasından başka Bağdad kadısı, büyük cami hatibe ve şeyhi, Bağdadın Sünnî olan halkı işkence ile öldürülmüşler. İmam-ı Azam Ebu Hanife ve Pir Abdulkâdir Geylâni türbeleri hem soyulmuş ve hem de yıktırılmış, Bağdad şehri ve halkı baştanbaşa soyguna ve zulme uğramıştır….”ŞİMDİLERDE,DÖNEKLERE VE HAİNLERE MAKAMLAR VE PAYELER VERİLEREK,BAŞTACI EDİLMEKTEDİR!?


 

Hiç yorum yok:

İzleyiciler

Blog Arşivi