TC.
OSMAN TÜRKOĞUZ
osmanturkoguz@gmail.com
TV. İZMİR,15 Ocak 2016. YARGILAMASINI BECEREMEYEN BEYİNLERDEN ANCAK,HAİNLER TARAFINDAN GÜDÜLEN SÜRÜLER OLUŞTURULUR.ONLAR,FAKİRLİĞİ DE ALLAHTAN SANIRLAR. ATATÜRK’TEN ASKERE DİN DERSİ !Yazan:Halil Altıntaş.
“Cumhuriyetin ilk yıllarında hazırlanan, dönemin GKB. Mareşal
Fevzi Çakmak tarafından övgülü bir önsözü yazılan ve Diyanet İşleri
Başkanlarından büyük âlim Ahmet Hamdi Akseki Hocamızca hazırlanan, “ASKERE DİN
KİTABI”; Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığı sürecinde bütün askeri birliklerde ders
kitabı olarak okutulmuştur. Çünkü Atatürk imansız ve İslamsız bir milletin
ayakta kalamayacağını ve hele maneviyatsız bir askerin düşmanla
savaşamayacağını, vatanını ve halkını hakkıyla savunamayacağını bilecek kadar
akıllı, inançlı ve şuurludur.
Atatürk döneminde askerler Kur'an üstüne yemin ediyordu:
Evet, Cumhuriyet'in ilk yıllarında Atatürk'ün ölümüne kadar Harp
Okulu öğrencilerine Kur'an üzerine yemin ettiriliyordu.
6 Eylül 1937 tarihli belgenin üzerinde, "Harbiye Mektebi'nde
ikmali tahsil eyleyen zabitana mahsus şahadetname" yazıyordu ve o dönemde
Atatürk henüz yaşıyordu.
Hemen altta ise "Resmi Tahlif" ifadesi göze çarpıyordu.
Bugünkü Türkçe ile buna "Resmi Yemin Belgesi" demek uygundu.
O dönemin yemin metninde aynen şöyle yazıyordu: "Ben,
sulhta ve harpta, karada ve denizde ve havada ve her nerede olursa olsun,
milletime ve memleketime daima doğruluk ve sadakatle hizmet ve hükümeti
cumhuriyemizin bütün kanun ve nizamlarına ve amirlerimin her türlü emirlerine
bütün kalbimle itaat etmekten ayrılmayacağıma ve milletimin namına, mukaddes
şerefli sancağımın şanını ve askerliğin namus ve şerefini canımdan aziz bilib
bu uğurda seve, seve canımı feda etmekten çekinmeyeceğime ve asıl vazifem olan;
namuskâr, özü ve sözü doğru ve gayretli bir asker olarak çalışmaktan başka bir
şey düşünmeyeceğime, Cenab-ı Allah'ın
kelamı olan Kur'an-ı Azimüşşana el basarak yemin ediyorum."Türk
Askerinin Andı: Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununa Göre.
“BARIŞTA VE SAVAŞTA, KARADA, DENİZDE VE HAVADA
HER ZAMAN VE HER YERDE
MİLLETİME VE CUMHURİYETİME
DOĞRULUK VE MUHABBETLE HİZMET,
KANUNLARA VE NİZAMLARA VE AMİRLERİME
İTAAT EDECEĞİME VE ASKERLİĞİN NAMUSUNU,
TÜRK SANCAĞININ ŞANINI CANIMDAN AZİZ BİLİP
İCABINDA VATAN, CUMHURİYET VE VAZİFE UĞRUNDA
SEVE ,SEVE HAYATIMI FEDA EYLEYECEĞİME
NAMUSUM ÜZERİNE AND İÇERİM.”
HER ZAMAN VE HER YERDE
MİLLETİME VE CUMHURİYETİME
DOĞRULUK VE MUHABBETLE HİZMET,
KANUNLARA VE NİZAMLARA VE AMİRLERİME
İTAAT EDECEĞİME VE ASKERLİĞİN NAMUSUNU,
TÜRK SANCAĞININ ŞANINI CANIMDAN AZİZ BİLİP
İCABINDA VATAN, CUMHURİYET VE VAZİFE UĞRUNDA
SEVE ,SEVE HAYATIMI FEDA EYLEYECEĞİME
NAMUSUM ÜZERİNE AND İÇERİM.”
Roma
Hukukuna göre, bir Romalı asker, her askee alınışında yeniden ant içmek
zorundaydı.Asker,ant içmekle devletinin bir parçası olmuş olurdu.Jean Jacgues
Rousseau/1712-1778/, Toplumsal Sözleşme.Ostüzü.
Metnin sonunda da: "Vallah ve
billâh" ifadeleri yer alıyordu.
Aynı belgede Harbiye Mektebi'nde verilen dersler de sıralanıyordu.
Bunların arasında "İlmiahlâk" göze çarpıyordu. İçinde din dersi de
bulunuyordu. Apaçık ortada; Atatürk döneminde Harp Okulu öğrencileri zorunlu
din dersi okuyor, Kur'an üstüne el basarak yemin ediyordu.
Bitmedi, Atatürk'ün sağlığında İslam Âlimlerinden Elmalılı Hamdi
Yazır'a Türkçe Tefsir yazdırıyor, Ahmet Hamdi Akseki’ye ise, askerler için özel
"din kitabı" hazırlatıyor ve bunu bütün Silahlı Kuvvetler
mensuplarına okutturuyordu. Ama maalesef Atatürk ölüyor ve her şey değişiyordu.
İsmet İnönü büyük bir "Latinleşme" ve “Ladinleşme” kampanyası
başlatıyor, bunun adını da Kemalizm koyuyordu.
VATAN DUASI
Koru Tanrım, ululuğun bilen sayan, insanımı vatanı;
Birliğine inananı, buyruğuna tabi olup tutanı…
Koru Tanrım, bu yurdu ki, Rasulünün ümmetidir halkı hep,
Anadolu ikliminde, camiinde eksiltmedi ezanı…
Koru Tanrım, bu halkımı, daim tanır celâlinin hakkını;
Bu vatan ki zînet etti kendisine, varlığına imanı.
Koru Tanrım, bu yurdu ki, Sensin Onun Ulu, Rahîm sahibi;
Bu vatan ki evliyadır; şühedadır, toprağında yatanı…
Koru Tanrım, Anadolum, asırlardır hidayetin burcudur,
Bu Millet ki düşmanına karşı; imanıdır, İslamıdır kalkanı…
3. DERS: Müslümanlığın İtikat Kökleri; İMAN
S: İmanın şer’i manası nedir?
C: İmanın şer'îat manası, Allah'a ve Hazreti Muhammed
(aleyhisselâm)’ın Allah tarafından haber verdiği şeylerin hak ve doğru olduğuna
inanmaktır. Müslümanlığın ilk temeli, imanın ilk mertebesi budur.
S: İmanın ikinci mertebesi nedir?
C: Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret
gününe ve kadere inanmaktır. Yani bunlara ayrı, ayrı inanmak ve inandığını
açıklamaktır.
S: Bunlara inanmak Müslümanlığın nesidir?
C: Müslümanlığın esasları temelleri ve şartlarıdır.
S: Bunlara inananlara ne denir?
C: Mü'min ve Müslim (Müslüman) denir. Bunlara inanmayanlar Mü'min
ve Müslüman sayılmazlar.
S: Bunlara sade kalb ile inanmak yeter mi?
C: Hayır, bunlara hem kalb ile inanmak, hem de inandığını dil ile
söylemek şarttır. Erkeklik ve kadınlık çağına gelmiş olan her Müslüman’a
bunları bilmek, kalbiyle bu altı şeye inanıp dili ile de söylemek
farzı-ayın'dır.
S: Şu halde imanın rüknü kaçtır?
C: İkidir: Kalb ile tasdik edip inanmak, dil ile ikrar etmek ve
inancını açığa vurmaktır.
4. DERS: Allah Teâlâ Hazretlerine İman
İnsanlara düşen ilk vazife, kendilerini yaratmış olan Allah Teâlâ
hazretlerini tanımak, ona iman ve kulluk etmektir. Bunun için Müslümanlığın ilk
temeli de Allah'a inanmaktır. Biz Allah'a şöylece iman ederiz:
"Allah Teâlâ hazretleri vardır ve birdir. O'nun eşi, ortağı,
dengi, örneği yoktur. Her şeyi yaratan, her şeye çeki düzen veren yalnız O'dur.
Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur, herkes Ona muhtaçtır; O hiç bir şeye
muhtaç değildir. Olmuşu da, olanı da, olacağı da bilir. Nasıl bilirse öylece
diler ve dilediği gibi de yapar.
Her şeye gücü yeter, görür, işitir, söyler; her yaptığını yerli
yerinde yapar, hiç bir işi boşuna değildir, her yaptığında bir hikmet vardır.
Allah Teâlâ hazretleri doğmamış, doğurmamış, sonradan olmamıştır.
O'nun bulunmadığı zaman yoktur. Allah'tan başka ne varsa, bunların hepsi
sonradan ve Allah'ın yaratmasıyla olmuştur.
Allah Teâlâ Hazretleri hay (diri) ve bakidir. Varlığı
kendisindendir. Bizim gibi sonradan olma, geçici ve göçücü değildir.
Allah Teâlâ hazretleri görmüş olduğumuz şeylerin hiç birisine benzemez,
aklımıza gelen, hayalimizden geçen şeylere de benzemez; O'nun varlığı, birliği,
bilmesi, görmesi, işitmesi, dileyip yaratması, söylemesi de bizimkiler gibi
değildir. Ne kadar iyilikler, ne kadar güzellikler varsa onların hepsi ve en
yükseği Ondadır. O'nda hiç bir eksiklik yoktur. O, hiç bir şeye muhtaç olmayan
büyük ve tek Allah'tır. Biz ise her şeye muhtaç bulunan bir takım aciz
kullarız. Her şeyden yüce, yüksek ve büyük olan yalnız O'dur."
7. DERS: Allah’ın Kitaplarına İman
S: Bu kitapların hepsi hak mıdır?
C: Allah tarafından peygamberlere gönderilmiş olan kitapların
hepsi haktır, hepsi doğrudur. Buna böylece iman ederiz. Fakat Kuran’dan
başkasına, sonradan kul sözü karışmış ve onlar bozulmuştur. Bunun içindir ki
Kur'an geldikten sonra onların hükmü kalmamıştır. Kur'an'ın hükmü kıyamete
kadar bakidir. Kur'an-ı Kerim Peygamber Efendimize Allah'tan nasıl gelmiş ise,
Peygamberimiz insanlara öylece söylemiş ve peygamber efendimizin sağlığında
insanlar tarafından ezber edilmiş ve yazılmıştır. Bugüne kadar binlerce hafız
tarafından hep ezber edilmiştir. O'nun için kimse Kuran’ın bir harfini bile
değiştirememiştir. Kıyamete kadar da hiç değişmeyecektir. Allah Teâlâ
hazretleri böyle haber vermiştir. Bundan ötürü biz kitap olarak yalnız Allah
kelâmı Kuran’ı tanır ve onunla amel ederiz, Kur'an varken başkasına lüzum
yoktur.
Kur'an-ı Kerim’den bazı ayetlerin Türkçeleri
1- "Hem Allah'a, hem
O’nun peygamberlerine itaat ediniz; birbirinizle uğraşıp çekişmeyiniz; sonra
korkaklaşıp kuvvetten düşersiniz; şevketiniz ve devletiniz elinizden gider. Bir
de sabırlı olunuz, (hiç bir düşman ve tehlike karşısında metaneti elden
bırakmayınız,) iyi biliniz ki Allah sabredenlerle beraberdir" (Enfâl suresi, ayet: 46)
2- "Ey müminler;
sabır ve sebat gösteriniz, hem (sabırda yarışıp düşmanlarınızdan fazla) sebat
gösteriniz; daima da muharebeye hazır bulununuz; bununla beraber Allah'tan her
zaman korkunuz (O'nun yasak ettiklerini yapmayınız) ki felâh bulasınız."
(Âl-i
İmran suresi, ayet: 200)
3- "Onlara
(düşmanlara) karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve harp için yetiştirilmiş
atlar (tanklar ve uçaklar) hazırlayınız ki bununla hem Allah düşmanlarını, hem
sizin düşmanlarınızı ve onlardan başka olup da sizin bilmediğiniz ve Allah'ın
bildiği gizli düşmanlarınızı da korkutasınız; siz Allah yoluna ne verirseniz
karşılığı size fazlasıyla verilir, onların mükâfatını görürsünüz ve asla zarar
görmezsiniz." (Enfâl sûresi, ayet: 60)
4- "Allah yolunda
düşmanla savaşırken öldürülenlere ölü demeyiniz, onlar diridirler, lâkin siz
farkında değilsiniz." (Bakara suresi, ayet: 154)
9. DERS: Peygamberlere iman
S: Peygamber dediklerimiz
kimlerdir?
C: Allah Teâlâ hazretlerinin
emirlerini ve yasaklarını kullarına bildiren büyük ve seçilmiş insanlardır.
O'nlar, Allah ile bizim aramızda birer elçidir.
S: İnsan, çalışmakla
peygamber olabilir mi?
C: insan, çalışmakla dünyada
her şey olur amma, peygamber olamaz.
S: Neden olamaz?
C: Çünkü peygamberlik Allah
vergisidir, onlar Allah'ın birer elçisidir. Bu işe kimlerin lâyık olduğunu da,
ancak her şeyi yaratan ve her şeyi bilen ve gören Allah Teâlâ hazretleri bilir.
Bunun için o büyük makamı zamanına göre lâyık olanlara vermiş, onlar
vasıtasıyla kendi emirlerini, dileklerini, kullarına bildirmiştir.
S: Peygamberler de bizim
gibi bir insan değil midir?
C: Evet, onlar da bizim gibi
insandır. Şu kadar ki, onlar Allah'ın en sevgili kullardır. Onlar Allah'tan
açık emirler alırlar, onlar günah işlemezler; asla yalan söylemezler, hainlik
yapmazlar. Onlar ne söylemiş ise, hepsi doğrudur; hepsi Allah'tandır.
S: En önce gelen peygamberle,
en son peygamber kimdir?
C: İlk peygamber Hazreti
Âdem (a.s.), son peygamber de bizim peygamberimiz Hazreti Muhammed (s.a.s.)
dir.
S: Bundan sonra yeni bir
peygamber, yeni bir din gelecek midir?
C: Hayır, gelmeyecektir.
Allah Teâlâ hazretleri, hazreti Muhammed'i son peygamber olarak göndermiş ve
ondan sonra o kapıyı tamamen kapamıştır. Bundan sonra ne bir peygamber, ne de
bir din gelmeyecektir.
İlk Peygamber Âdem
(aleyhisselâm)’dır, son peygamber de hazreti Muhammed (sallâllahü aleyhi-
vesellem) efendimizdir. Bu ikisinin arasında pek
çok peygamber gelip geçmiştir. Bunların sayısını Allah Teâlâ’dan başka kimse
bilmez. Biz, yalnız Kur'an-ı Kerimde isimleri geçmiş olanları belleyeceğiz..
Onların her birerlerine iman edeceğiz, işte o kadar.
Cenab-ı Hak bizim Peygamberimizi son peygamber olarak göndermiştir
ve ondan sonra peygamberlik kapısını kapamıştır. Ondan sonra yeniden peygamber
gelmeyecektir. Gelmeye ihtiyaç da yoktur. Allah her şeyi Kuran’da bildirmiş;
Peygamberimiz de mübarek sözleriyle Kuran’daki hakikatleri açmış, din uluları
da bunları bize güzelce anlatmışlardır.
İnsanlara düşen, Kuran’ın söylediklerini tutmak, onun gösterdiği
yoldan gitmek ve o yoldan hiç şaşmamaktır. Bu yolu takip edip gidenler, hem
dünyada, hem âhirette selâmeti bulurlar.
13. DERS: Peygamberimizin Askerliği
Üsteğmen Hamdi anlatıyor: Bir cuma günü Sakarya gazileriyle
konuşuyorduk. Her vakit olduğu gibi yine birçok şeyler sordular, bunlar hep
askerliğe, kahramanlığa aitti; hepsine cevap verdim. O sırada Veli onbaşı da
şöyle bir şey sordu:
S: Peygamber Efendimiz de en büyük askerdi, değil mi komutanım?
C: Evet, Veli onbaşı, bizim peygamberimiz en büyük askerdi.
Kendisi de birçok harplere girdi. Atına binerek, kılıcını çekerek düşman
ordularına saldırdı ve nice orduları perişan etti. Din düşmanlarıyla savaşırken
kaç kere yaralandı, hak, adalet ve hürriyet uğrunda, yirmi üç sene onlarla
savaştı, kendisi yirmiden fazla muharebeye girdi.
15. DERS: Âhiret Gününe İman
İmanın beşinci kökü Âhirete inanmaktır. Âhirete inanmayan Müslüman
değildir. Âhiret günü, bu dünyanın ömrü tükendikten sonra, yeniden başlayacak
olan sonsuz hayattır. Dünyanın ömrü tükenince âhiret başlayacaktır. Her şeyin
bir ölümü olduğu gibi bu dünyanın da bir ölümü vardır. Eninde geçinde bu
dünyanın, bu yerlerin ve göklerin tertibi bozulacak, yerde, gökte olanlar
dağılıp yok olacak, kıyamet kopacaktır. Dünyada bulunan her canlı öldükten ve
dünyanın nizamı ve tertibi bozularak yepyeni bir şekil aldıktan sonra Allah
insanları tekrar diriltecek ve mahşere toplayacaktır. Buna "Bâ's
ba'delmevt"/Diriliş/ denir.
Haşir ve neşir, hesap, sual, mizan, sırat, Cennet ve Cehennem işte
hep o gün, yani âhirette olacaktır. Kıyamet koptuktan sonra insanlar tekrar
dirilip kabirden kalkınca herkes mahşere dökülecek ve bu dünyada işlediklerinin
o gün hesabını sorulacaktır. Bu dünyada yapmış olduğu en küçük bir hayrın
mükâfatını, en ehemmiyetsiz sayılan bir kötülüğün de cezasını o gün insan
mutlaka bulacaktır. Sual ve cevaptan, hesap ve kitaptan sonra müminler cennete
girecek, kâfir ve münafıklar da cehennemi boylayacaktır. İşte kıyametin vukuu
ile başlayacak ve cennetliklerin Cennete ve cehennemliklerin Cehenneme
girmesine kadar devam edecek olan zaman "Âhiret günü”dür.
19. DERS: Kadere, Hayır ve Şerrin Allah'tan Olduğuna İman
Müslümanlığın İtikat köklerinden altıncısı kadere, yani hayır ve
şerrin Allah’tan olduğuna iman etmektir. Sonradan olacak şeylerin hepsini
Allah'ın ezelde bilmesi "kader" dir. Biz iman ederiz ki: Allah’tan
başka yaratan yoktur; hayır ve şer, acı tatlı, iyi kötü ne varsa her şey
Allah'ın bilmesi, takdiri, dilemesi ve yaratmasıyla olmuştur. Yaratan
Allah’tır, kazanan, kendi isteği ile seçip alan da insanın kendisidir. Bundan
ötürüdür ki: İnsan her işlediğinden sorumludur ve hesaba çekilecektir.
İzah: Evet, Allah Teâlâ hazretlerinden
başka yaratan yoktur, her şeyi yaratan yalnız O'dur. Cenâb-ı Hakk'ın ilmi her
şeyi kaplamıştır, iyi ve kötü hiç bir şey Allah'ın ilminden dışarı kalamaz.
Olmuş, olan, olacak, bunların hepsi Allah telânın ilmine göre birdir, hiç bir
fark yoktur, iyi ve kötü hiç bir şey Allah'ın ilminden gizli kalamaz; Cenâb-ı
Hak bir şeyi olmazdan evvel de, olurken de olduktan sonra da bilir, işte Allah
Teâlâ hazretlerinin olmuşu da, olanı da, olacağı da ta ezelde, olmazdan evvel
bilmesine "kader" denir. Ezelde, yani olmazdan sayısız zaman
evvel nasıl biliyor idiyse, zamanı gelince onu bildiği gibi yaratmasına da
"kaza" derler. Binaenaleyh biz Müslümanlar Cenâb-ı Allah'ın
her şeyi ta evvelden bildiğine ve nasıl biliyorsa öylece irade edip yarattığına
iman ederiz.
Yalnız kadere iman ve tevekkül etmek; tembel ,
tembel oturup da kendini koyuvermek, “kader kısmet ne ise öyle
olur” diye beklemek değildir. Bu, böyle olduğu gibi, kaderi bütün bütüne inkâr
edivermek de yanlıştır.
34. DERS: İslam’ın 6. Şartı CİHAT’TIR. Türk Askerlerinde
Müslümanlık ve Kahramanlık Duyguları
Müslümanlığın altıncı bir şartı daha vardır ki o da cihattır,
askerliktir. Bu, namazdan, oruçtan, hacdan ve zekâttan başka ve çok önemli bir
vazifedir. Bu vazife yapılmadıkça öbürlerini hakkıyla yerine getirmek mümkün
değildir. Bunun içindir ki Peygamberimiz Hazreti Muhammed (S.A.V.) efendimiz
bize hem sivil, hem asker terbiyesi vermiştir. Peygamberimiz Efendimiz kendisi
de, en büyük asker ve komutan olarak rehberimizdir. Nişancılık, binicilik,
yürüme ve yüzme sporlarının her Müslüman için gerektiğini söylemiştir. Her
Müslüman’ın daha çocukluğundan itibaren, hele bulûğa erdikten sonra, askerlik
terbiyesini alması lazım gelir. Askerlik olmadıkça, millet ve memleket
savunmasız kalıp tehlikeye girecektir.
Allah Teâlâ hazretleri her derde bir
derman verdiği gibi, her fenalığa karşı da bize bir kalkan vermiştir ki o da
ibadettir, ibadet fenalığa karşı insanı koruyan bir siperdir. Her fenalığın
başı Allah'ı unutmak değil midir? İşte buna karşı en büyük kalkan, daima insana
mevlâsını hatırlatıverecek, kendisine her daim Allah'ın huzurunda olduğunu
düşündürecek olan ibadettir. Namaz ve oruç bu ibadetlerin başlıca örnekleridir.
Namaz'ın Allah'ı hatırlattığı ve kötülüklerden uzaklaştırdığı gibi oruç da
böyledir. Oruç ne demektir? Allah'ın emrini yerine getirmek maksadıyla sabahtan
akşama kadar yememek, içmemek, kadın ve erkek cinsî muameleden çekinmek,
nefsinin istediği şeylerden elini, eteğini çekmektir. Demek ki oruç tutan bir
insan, her dakika Allah'ın huzurunda olduğunu düşünüyor. Hiç bir dakika onu
hatırından çıkarmıyor. Allah Teâlâ böyle emretti diye nefsinin istediği
şeylerden elini eteğini çekiyor. Yazın en sıcak günlerinde hararetten ciğeri
yanıyor da oruçlu olduğu için suya bakmıyor. Açlıktan takati kesilse de
yiyeceğe el uzatmıyor. Bunu birisinden korktuğu için değil, Allah'ın emri
olduğu için yapıyor. Şimdi böyle, bir ay sabahtan akşama kadar nefsine uymamayı
âdet edinmiş olan bir adam düşününüz; karnı aç, iştahı tamamıyla yerinde iken
gözünün önünde duran tatlı yemekleri, Allah'ın izni olmadığı için akşama kadar
yemeyen, hararetten yanıp tutuştuğu zamanlarda yanında duran buz gibi suya
dönüp bakmayan ve bunda sebat gösteren bir adam, nefsini terbiye ediyor. Helâl
ve mubah olan şeylerden, kendi arzusuyla vazgeçebilen olgun bir adam haram
şeylere göz diker mi? Başkalarının haklarına tecavüz eder mi? Bu gibi
kötülüklere, hile ve cinayet gibi alçaklıklara, adiliklere tenezzül eder mi?
Allah'ın emirlerine karşı böyle nefsini ayakaltına alan bir insan, nefsine her
daim hâkim olmaz mı; elbette olur. Nefsine hâkim olan bir adam ise, hiç bir
zaman kötülüğe ve şeytani dürtülere kapılmayacaktır.
40. DERS: Ahlak ve Vazife Şuuru
Kur'ân-ı Kerim ile Peygamber Efendimizin hadislerinden ve
sünnetlerinden öğreniyoruz ki: Dinimiz bizi beş kısım vazife ile
mükellef-sorumlu tutuyor.
1- Allah'a ait vazifeler,
2- Nefsimize ait vazifeler,
3- Aile vazifeleri
4- Memleket vazifeleri,
5- İçtimaî ve insanî vazifeler.
Bu vazifeler üzerimizde birer borç demek olduğundan bunları
ödemek, sahiplerine vermekle mükellef bulunuyoruz. Bir bakımdan bunlar birer
haktır, bunları sahiplerine vermezsek mesul oluruz. Bunları sıra ile anlatalım.
Bilirsiniz ki: Her nimetin karşılığında bir de külfet vardır,
insan bir hak sahibi olunca, onun karşılığında bir de vazifesi olmak gerektir.
Mademki biz insanız, Allah bize birçok nimetler vermiştir. Bu nimetlerden
dolayı bizim de Allah'a karşı bir takım vazifelerimiz olmalıdır. Nimeti vereni
bilmek, tanımak, ona sevgi ve saygı beslemek hem akli, hem de vicdani bir
borçtur.
43. DERS: Ruh Terbiyesi
Dinimiz beden terbiyesine ne kadar ehemmiyet vermiş ise, ruh
terbiyesine de o derece ehemmiyet vermiştir. Yalnız beden terbiyesine ehemmiyet
verip de ruh terbiyesiyle uğraşmayanlar yahut sadece ruh terbiyesine bakarak
beden terbiyesine kıymet vermeyenler, Müslümanlık nazarında bir taraflı ve
eksik sayılırlar. Binaenaleyh Müslüman dediğin bunun her ikisine lâyık
oldukları kıymet ve ehemmiyeti verecektir.
Ruh terbiyesi demek, vicdani duyarlılıklarımızı ve iç
duygularımızı terbiye etmek ve böylece kararlarımızın ve alışkanlıklarımızın
daima iyi ve temiz olmasına gayret göstermektir.
Bunun için de dört şey lâzımdır:
1- İtikadını düzeltmek, yani tek bir Allah'a iman etmek ve kalbini
buna bağlayarak hiç şaşmadan onun gösterdiği yoldan gitmek.
2-Ruhunu şeytani düşünce ve hurafe denilen manevî pislikten
temizlemek,
3-İyi bilgiler öğrenip sürekli kendini geliştirmek,
4-Güzel ahlâk ile kalbini bezemek,
47. DERS: Hükümet ve Memlekete Karşı Vazifelerimiz
“Ey mü'minler Allah'a itaat ediniz, Peygambere itaat ediniz,
sizden olan ulü’l-emre de... (Adil devlet yetkililerine ve hükümet
yöneticilerine de itaat ediniz)” (Nisâ sûresi,
âyet: 59)
Hükümet; bir arada yaşayan insanların canlarını, mallarını,
ırzlarını, namuslarını, haklarını, yurtlarını muhafaza ve rahatlarını temin
etmek için insanların yine kendi içlerinden seçtikleri bir heyettir.
Dışarıdaki düşmanlara karşı yurtlarımızı muhafaza ve müdafaa
etmek, memleket içinde haksızlığa meydan vermemek, hırsızlık gibi şeylerin
önüne geçmek, vatanımızı mamur eylemek, cehaleti gidermek, haklıyı haksızı
ayırt etmek hep hükümetin vazifelerindendir. Bütün bu işleri muhtelif memurları
ile yürütecektir.
Söz temsili: Haklıyı haksızı ayırt etmek ve haksızlığın önüne
geçmek için mahkemeler kurar. Ahalinin cahil kalmaması için mektepler açar,
Memleketin her yerinde ilim yuvalan kurar. Hırsızlık ve uğursuzluğun önünü
almak için jandarmalar, polisler kullanır; memleketi düşmandan korumak için
asker besler, fabrikalar açar, bizim rahatımız için yollar yaptırır,
şimendiferler işletir, sokakları temizletir, Hastaneler yapar, doktorlar tutar.
Böylelikle hem yurdumuz mamur olur, hem de kendimiz rahat ederiz. Hükümet bu
vazifelerini yaparken bize de bir takım şeyler teklif eder ki onlarda bize
düşen vazifelerdir; binaenaleyh biz de hükümete olan vazifelerimizi yapacağız.
Hükümete karşı birinci vazifemiz, onun kanunlarına itaat etmek ve hiç bir
bahane ile ona karşı gelmemektir. Askerliğimizi yerine getirmek vergimizi
ödemektir.
48. DERS: Kur'ân-ı Kerim Vatan Müdafaasını Emreder
"Düşmanlarınıza karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve harp
için beslenip terbiye edilmiş atlar hazırlayınız ki bununla Allah'ın
düşmanlarını ve sizin düşmanlarınızı ve Allah'ın bilip de sizin bilmediğiniz
diğer düşmanları korkutasınız. Siz Allah yolunda her ne verirseniz mükâfatını
tamamen görürsünüz, verdikleriniz zayi olup da zulüm olunmazsınız." (Enfâl suresi, ayet 60)
Kendi haklarına razı olmayan haris insanların ve zalim
saldırganların hücumlarını durdurmak için kuvvetli olmak, lüzumunda onlara
hadlerini bildirecek her türlü vasıtaya malik bulunmak lâzımdır. Memleketin
müdafaası, mülkün muhafazası için icap eden şeyleri hazırlamakta gevşek
davrananlar, Milli savunma konusunda zayıf kalanlar; böylelikle hem
memleketlerini, hem kendilerini felakete sürüklemiş olurlar. Bu o kadar açık
bir hakikattir ki ahmak da anlar, akıllı da; cahil de farkına varır, âlim
de!... Binaenaleyh memleketi düşman hücumundan koruyabilmek, düşmanın hücumuna
meydan vermemek, memleketin yükselmesine, her suretle ileri gitmesine engel
olan tehlikeleri bertaraf etmek, memlekette hür ve müstakil yaşamak için daima
kuvvetli bulunmak lâzımdır. Yakın ve uzak komşularımız nasıl çalışıyorlarsa,
bizim de öylece çalışmamız, öylece yükselmemiz şarttır, farzdır. İşte bunun
içindir ki: Allah Teâlâ hazretleri "Gücünüz yettiği kadar, çalışarak
düşmanı korkutacak kuvvet hazırlayın!" buyurmaktadır.
49. DERS: Askerlik
Asker, düşmanlara karşı yurdumuzu, ırz ve namusumuzu müdafaa ve
muhafaza eden ve bu uğurda canını fedaya hazır olan silâhlı bir kuvvettir.
Memleket ve millet uğrunda her ferdin sarf edeceği gayret ve fedakârlık ne
kadar büyük olursa olsun, bunun hiç birisi askerlik ile ölçülecek bir mertebede
değildir. Çünkü askerlik kan ve can vergisidir. Bunun için askerlik çok
mukaddes bir vazifedir. Allah'ını, Peygamberini, yurdunu seven, ırz ve namusun
kıymetini bilen her insan askerliğini seve, seve yerine getirecektir. Bizim
dinimizde askerliğin mertebesi çok yüksektir: Ölürse Şehit, Sağ kalırsa Gazi'dir.
Askere çağrılınca koşa,
Koşa, sevine, sevine gitmek lâzımdır. Çünkü Peygamberimiz (s.a.s.)
Efendimiz "silâhaltına çağrıldığın zaman hemen git"
buyurmuşlardır. Peygamberin bu emrini tutmak boynumuzun borcudur. Askere
çağrıldığı zaman kaçanlar doğrudan doğruya Allah'a ve Peygambere karşı
gelmişler demektir. Bunlardan Allah razı olmaz, Peygamber de hoşnut olmaz.
54. DERS: Müslümanlıkta Her Fert Askerdir
İslâm’da sade erkekler değil, yerine göre kadın erkek herkes
askerdir. Bunun içindir ki gerektiğinde Müslüman kadınlar da askerlik
vazifesini yapmışlar ve cihada iştirak ederek harp meydanlarında en büyük
kahramanlığı göstermişlerdir.
İslâm'ın ilk zamanlarında Uhud muharebesinde Hazreti Aişe
ile Enesin annesi Ümmü Süleym, Ebu Said'in annesi Ümmü Selît
olanca gayretleriyle çalıştılar, sırtlarında mataralarla askere su taşıdılar,
yaralılara baktılar. Yine bu muharebede "Nesibe" hatun, harp
meydanına atılarak gayet merdane cenk etti bahadırlığını yâr ve ağyara
beğendirdi ve nice bahadırları utandırdı. Uhud günü Peygamberin öldü sanarak
ashap dağıldığı, İslâm askeri mağlûp olduğu bir sırada Peygamberin etrafında
kalan beş on mücahidin yanında Nesibe hatun da vardı. Peygamberimizin
üzerine hücum eden bir fırka düşmana karşı koyan ve düşman fedaîlerinin bir
kısmını öldüren Nesibe Hatun idi.
Sonuç olarak;
Şimdi Atatürk’ün; Allah’a ve maneviyata inanmadığını, Resulüllah’ı
ve Kur’an-ı hesaba katmadığını, İslam’ı ve mukaddesatı çağdışı, akla ve bilme
aykırı “uydurma doğmalar” saydığını savunanlara sormak lazımdı:
1- Atatürk inanmadığı ve çağdışı saydığı bilgileri içeren bu kitabın,
gözbebeği gördüğü TSK bünyesinde, hem de Cumhurbaşkanlığı süresince ders olarak
okutulmasına neden izin vermiş ve karşı çıkmamıştır?
2- Acaba, Fevzi Çakmak’tan ve Müslüman halkımızdan çekindiği için
buna müdahale etmeyen, ikiyüzlü bir korkak mıydı?
3- Veya Atatürk; Allah’a, Peygamber’e ve Kur’an-ı Kerim’e samimiyetle
inandığı ve Yüce Dinimizin askerlerimize doğru öğretilmesini arzuladığı için
mi, Diyanet reisi tarafından yazılan bu kitabın subaylarımıza ve asker
evlatlarımıza okutulmasına fırsat ve ruhsat tanımıştı? (Ki bu bizim kesin
kanaatimizdi).
4- Yoksa aslında asil milletimizle ve manevi değerlerimizle asla
barışık olmayan kesimler, kendi gizli ve kirli saltanatlarını kurmak ve korumak
üzere ve istismar niyetiyle mi Atatürk’ü DİNSİZ göstermeye çalışmaktaydı?
Bu soruların doğru ve doyurucu
yanıtını, değerli okurlarımızın ve halkımızın temiz ve aziz vicdanına
bırakıyoruz. Ve özelliklede “Atatürkçüyüm” deyip de laiklik bahanesiyle,
sırtından saltanat sürdürdükleri bu asil Milletin Dinine ve manevi
dinamiklerine hücum eden “paşa” etiketli bazı “gâvur maşalarının” da
kulaklarını çınlatıyoruz.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder